Tarih lider
diye tanımladığımız toplumlara
mal olmuş bir
çoklarını içinde yaşatmıştır. Toplumların kaderlerine
yön veren cemiyeti
etkisiyle kuşatan milletlerin
etkileşimlerinde olumlu –
olumsuz iletişime sahip
olan ulvi ve ahmak
diyeceğimiz çok insanı
bizlere tanıttırmış ve
örneklemiştir. İnsanlık veya
daha özelde toplumlar
hafızalara kazınan muhtelif insanları
ya hayır ile , dua ile, ulviliği ile
anmış ya da şer ile, beddua ile, acizliği ile
bizlere taşımıştır.
Hiç şüphesiz
zaman pek harika
bir şekilde insanlığın
kaderine etki yapanları
adilce huzurumuza çıkartmıştır. Ancak bu
minvalde asıl olan
insanlığın vicdanına nufuz
eden milletlerin kalbine
dokunan evvel ve ahir tüm
zamanların ruhuna ulaşan
bir şahsiyet olmak
en muteber derecedir
desek yeridir.
Bu yüce
insanları ‘’ruh cephesinin
maden işçileri’’ olarak
tanımlayan Nurettin Topçu;
yine bu
şahsiyetlerin özelliklerinide ‘’yaşama
zevkini bırakmış, yaşatma
zevkine gönül vermiş, nümayişsiz çalışan, sabırlı
ve azimli’’ olarak belirtmiş
amaçlarının da ‘’insan
yetiştirmek’’ olduğunu
söylemiştir.
Zaten
hiçbir şekilde iktidar
ve saadet peşinde
olmamış bu fatihler
davalarına da hamiyet
demişlerdir.
Hamiyet sahibi
bu insanlar yaşadıkları
toplumda bir insanı
diğer bir insana
üstün kılacak bir
yol takip etmemiştir. Vizyonları tüm
insanlık olan bu
şahsiyetler, yaşamanın muhtevasını
derinden yaşamışlar, farklılıkları
bir engel değil
yaşamanın doğal ve
zenginleştirici vasfı olarak
kabul etmiş ve
görmüşlerdir. Toplumda var olmanın
temeli olan asgari
müşterekleri belirleyerek insan
hayatının değerini dahi
tartışma konusu yapmamışlardır.
Buna mukabil
gayeleri sadece iktidar
saadet arzusu içinde
olanlar insanlıktan büyüklük
çalmakla yetinmişlerdir.
İnsanlığa, topluma hizmetten ziyade
onlardan almayı, kendine hizmeti
üstün tutmuşlardır. Bu dar görüşlüler, şekilde
büyük olmuş muhtevada alçak
kalmışlar; yapıcı olmaktansa yıkamayı -
tahribi üstün tutmuşlardır.
Mesela kalabalıkların alkışlarına
kanıp değil gönül
insanı olmak , içinde
yaşadıkları toplumu yaşanmaz
kılan, bulundukları
coğrafyayı kana bulayan
ve tüm insanlığa
sirayet eden muhtelif
zehirleri enjekte ederek
canavarlaşan – kendini insan
zanneden – Leninler, Stalinler, Adolf Hitler olmuşlar. Ya da halkına
zulmeden diktatoryal anlayış
içinde olan Mussoliniler, Kaddafiler, Beşşarlar oluvermişlerdir.
Diğer tarafta
da yaşama gayelerinin
ilk ve esaslı
işi ‘insan yetiştirmek’ olan, insanlığın
ve toplumların kurtuluşu
için kendini vakfetmiş
büyükleri görürüz.
İşte bu
noktada belkide herşeyden
önce ruh dünyamızın
menşei, menbaı, mastarı olan efendimizi,
peygamberimizi anarız. Hz.
Muhammed (Sav) ‘ in onbeş asır
önce yakmış olduğu
insanlık meşalesi bugün hala
tüm insanlığın kalbini
aydınlatıyorsa onun cihan şumul değerlerinin tüm
insanlığı birleştirerek kuşatan
deruni davasından gelmesindendir.Yani bu
yüce şahsiyet beşerin
kurtuluşunda kendini eritmiş
ve vakfetmiştir. Yıldızdan ziyade
yıldızların kaynağı ve
yol göstericisi olmuştur.
‘’Hakkın çiğnendiği
yerde Allah’ın çekilmiş
kılıncı olan ‘’ sahabilerin döneminde
Hz. Ömer’in kendi atının üzerine
bir kölenin binmesine
müsaade edip, atının
yularını tutarak Kudüs’e
girişini gördüğümüzde onun
modern dönemlere emsal
olacak mesajını okuruz. Dolayısıyla Hitlerin yaptıklarını düşündüğümüzde Hz. Ömer’in derinliğini pekala
anlayabiliriz.
Büyük Sultan Alparslan’a da uzandığımızda
onda 1071 ‘de bir
milletinin dirilişini ve
şahlanışını yaşar milletini
bedenine giren ‘Anadolu
Ruhu’ oluveririz. Hiç şüphesiz
Sultan Alparslan’da milliyet davasında
bir yıldız ve
fatih olmuştur.
Yine, Yunan
medeniyetinde Sokrat, Hind
yarımadası’nda Gandhi, Amerika
kıtasında King, İran’da Ali
Şeriati kendi toplumlarını
derin uykudan uyandırmak
için mücadele etmişler
bedelide şehit olarak
ödemişlerdir. Ancak hepsi de ruh
dünyalarında birer fatih
olmuşlardır.
Nitekim bu
konuda örnekler çoğaltabiliriz ancak
bu eşsiz şahsiyetler
için mürekkepler dayanmaz,
sayfalar yetmez.
Şayet yazabilseydim
Kılınçaslan’ları, Selahattin Eyyubi’leri, Devleti Ebed Müddet’in
faziletini, Edebali’leri, milletin sadası
Mehmet Akif’i, gençlerin hocası Ali Fuat Başgil’i, Cemil Meriç’i, Said
Nursi’yi, Kurtuluş Savaşı ve
Çanakkale şehitlerini,
İstiklal savaşı fatihlerini, demokrasi şehitlerini
ve yazamadığım nicelerini
yazmam gerekirdi.
Bu sebep
ile herkesin ruhunda
başka başka olan bu
büyük insanlara bir
kez daha en
içten teşekkürlerimizi göndermeliyiz
ve gönderiyoruz.
Bu vecd
ile insanlığa mal
olmuş ruh cephesinde
birer yıldız olmak
adına ‘kafa ve
yürek patlatırcasına’ gayret
etmek gerekecektir. Aksi durumda
etkisiz eleman gibi
oluruz ki bu da;
bu coğrafyalarda yaşayan
dimağlara yakışmayacaktır.
Sevgiyle,
Bekir YILDIRIM
MaşaAllah çok güzel bir yazı olmuş............
YanıtlaSilYine dokturmussun birader :)
YanıtlaSilGüzel ve etkili bir yazı olmuş. Tebrikler...
YanıtlaSilTeşekkür ederim arkadaşlar. Eksik olmayın ...
YanıtlaSil