Küresel dünya her yönüyle değişimi yaşamaktadır.Canlı olan her şey de bu değişime ayak uydurmaya çalışmaktadır.Sosyal hayat, devlet, kurum ve kuruluşlar, siyaset, ekonomi ve hatta bireyler bu değişimin birer parçası durumuna gelmiştir.
Geçmiş zamanlarda hayata, dünyaya bakış bütünseldi, yani makro düzeydeydi.Çözümlerde genel üzerinden yapılırdı ve sonucunda hep unutulanlar vardı.Bir anlamda çözüm getirmek bir o kadarda sorun oluşturmaktı. Lakin günümüzde -bilgi çağında- ilişkiler, çözümler gittikçe daha mikro alanlara inmektedır.Çünkü ihtiyaçların profili değişmiştir.Artık toplum için ihtiyaç değil, birey için ihtiyaçlar, istekler oluşmaktadır.
Önceleri hep beraber çalışılır, yenir, kazanılır ve yasanılırdı. Bir odada bir kaç insan yaşarken - paylaşımcılığı üst noktalarda tutarken- şimdilerde ''ben olsam yeter, başkasını istemem'' düşüncesi toplumu sarmıştır ve her şey ''tek'' çiliğe doğru gitmektedir.
Hırs, ihtiras, bencillik, doyumsuzluk hep yanımızdakini unutmak olmuştur.
Sanayileşmeyle beraber değişimi, dönüşümle geçiren dünya, toplumsal değerlerini ters yüz etmiş bunu da maarifet bilmiştır.Toplumu rakip görme piskozu, egale etme hırsı sarıp sarmalamıştır.Kötü zihniyet ve sistemler toplumun değer yargıları haline gelmiş ''İNSAN'' önemsiz, çirkin hal almıştır. ''Varlığımız beraberliğımizdir, birlik oluşumuzdur'' düşüncesi ''insan, insanın kurdudur'' zihniyetine teslim olmuştur.İnsan çeşitli biçimlerde fırsat eşitliğini sağlamaya çalışmış ancak; bu defa ''ben tok olayım, başkası açlıktan ölsün banane'' zihniyetine takılmıştır.Hep insana rağmen insan unutulmuştur. İnsan içinde yoksulluk giderek artmış, çözüm üretilemez hale gelinmış, ihtiyaç sahiplerı devletin yardımına terk edilmiştır.Devlet bazıları için ''ana'' bazıları için ''baba'' konumuna getirilmiş beklentiler maximum olmuştur. Kuşkusuz bu noktada da eşit sunumlar gerçekleşmediği için ne kadar başarılı olunursa olunsun genelde devlet yardımıyla yetişenler hayatlarını, yaşamlarını muhtaç geçirmişlerdir. Demek ki ''sen çalış, ben yiyeyim'' değil beraberlik duygusuyla toplumun refahına çalışılmalı, gayret edilmelidır.
Bu noktalar da; kötü dediğim sistem ve zihniyetin karşısında bunlara paralel olarak özellikle geçen yüzyıldan başlayarak adeta tozlu raflarda unutulan ''toplumsal değerler'' çıkarılmaya çalışılsa da daha sonra unutulur olmuştur. Etkinin tepkiye meselesi gibi; yıkımlar, felaketler, buhranlar, acılar, depremler vicadani değerlerin gün yüzüne çıkmasına sebebiyet vermiştir.
I.Dünya Savaşı, 1929 Buhranı, II.Dünya Savaşı ya da 1999 İzmit Depremi, 2001 Krizi ve hatta 2008 küresel ekonomik kriz nedense dünyada vicdani tellere dokunmuş bir ahenk oluşmuştur.
Evet, küresel dünya her yönüyle değişimi yaşamaktadır.Bireyler, işletmeler, devletler bu değişime ayak uydurmaya çalışmaktadır; düşüncemiz; bireyde ''sosyal girişimcilik'' işletmelerde ''kurumsal sosyal sorumluluk'' devletlerde ''sivil toplum kurulusları''(STK) nı bir adım öne davet etmiştir.
Birey, toplumdaki sorunları gönüllük elini uzatarak samimiliğini gösterirken; işletmeler ve devletler daha farklı şekillerde karşımıza çıkar; işletmeler, küreselleşen dünyada rekabet üstücülüğünü arttırmak durumunda olduğu için çevreye, insana, eğitime duyarlı hale gelmek zorunda kalırken devletlerde; sınırları kalkan dunyanın verimliliğinden faydalanmak, diplomasi trafığinde etkin olabilmek için sivil toplum kuruluşlarına yani insana muhtaç durumuna gelmiştir.
Öyle gösteriyor ki gelecek yıllar ya da yüzyıllar hızla değişen dünyada bu üç kavram üzerine bina edilecektır. Lakin; insanı hatırlamak sadece yıkımlar, felaketler, krizler, depremlerden sonra mı olacaktır?
ya da daha kötüsü bir yerlerde hep ''insan''ı unutmak mı?
Sevgiyle,
Bekir YILDIRIM
ebekiryildirim@gmail.com
03.11.2009